Yurtta Arkadaşlık

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, rüzgar ise ağaçları adeta kökünden söküyordu. Muhteşem denizi, yemyeşil ormanlarıyla adeta bir cenneti andıran Şile'ye artık kış gelmişti. İşte bu güzel yerin içinde ailesinden uzakta eğitim alan iki yüz zeki öğrenci Fen Lisesi'nin yanındaki pansiyonda kalıyorlardı. Bu öğrenciler zeki oldukları kadar haylazlardı da. Erkek bölümünün ikinci katında ise haylazlıkları zekalarından ağır basan 10. Sınıf öğrencileri vardı. Her gün şikayet edilen ikinci kat yine de durmak bilmiyordu. Haylazlığı zekasına fark atan Murat isyan ederek odasına girdi. Orta boylu hafif kilolu ve esmerdi. Dışarıdan düz liseli gibi bile durmayan bu çocuk kendisi de şaşırsa bile Fen Lisesindeydi. Odası yine tutanak yemişti. Tutanakta odası aşırı dağınık olarak belirtilmişti ve ''aşırı'' nın altı göze batması için belirgin yazılmıştı. Odaya girer girmez isyanı son buldu. Çünkü oda ahırı aratmayacak derecede pisti. Bu sefer arkadaşlarına isyan etmeye başladı. Yerdeki ıslak atleti aldı ve kokladı. Yüzünü ekşitti ve atleti odadan dışarı fırlattı. Üzerindeki kalitesiz okul üniformasını çıkardı. Her zamanki giydiği kareli gömleğini sırtına geçirdi. Düğmelerken odaya Salman ve Can birbirlerini iterek girdi. Murat ikisine de çok sinirli bir şekilde bakıyordu ve: ''Yine tutanak yedik.'' dedi. Can hemen atıldı: ''Yine ne oldu?'' Murat: '' Bu sefer de dağınıkmışız.'' dedi. Salman gülerek: '' Düzeltseydin o zaman'' deyince Murat sinirlendi ve ''Neden her şeyi benden bekliyosunuz?'' diye serzenişte bulundu. Ortam ciddileşti ve tartışmaya dönüştü. Tam tartışırken odanın kapısı yavaşça açıldı. Kapının başında dikilen ise kısa saçlı renkli gözlü değişik hareketleri olan Ragıp'tan başkası değildi. Herkes ona ''Diablo'' diyordu. Hepsi de tartışmayı kesip Ragıp'a bakmaya başladılar. Zaten sinirli olan Murat Ragıp'a yaklaştı ve gözlerinin içine bakarak: ''Terket burayı.'' diye bağırdı. Pansiyon inlemişti adeta. Ragıp hemen fırladı ve kaçtı. Tartışmanın sonunda ise oda üyeleri her sabah odayı toplama kararı aldılar. Akşam olmuştu ve sıkıcı bir etüttü. Herkes ders çalışırken koridordaki bir ses üç kişinin ismini söylüyordu : ''Murat, Can ve Salman. Yurt müdürü Mehmet Hoca artık bu arlanmazları yanına çağırmıştı. Uzun boylu gayet ciddi bir duruşu olan ve yakışıklı olan bu adam, bu üçlünün hakkından gelebilecek tek kişiydi. Mehmet Hoca önce süzdü ve gayet sakin bir şekilde: ''Derdiniz ne?'' diye sordu. Kimse cevap vermedi. Bir kulaktan girip diğerinden çıkacağını bildiği halde öğütler vererek çocukları yolladı. Bu üçlü konuşa konuşa etüt odasına geri dönerken Murat'ın telefonu çaldı. Hasta olan ve pansiyonda istirahat eden Oğuzcan çıkışta yemek getirmesini söyledi. Murat ise hasta olan arkadaşına yemeği getireceğini söyledi. Çıkışta yemeği aldılar ve yurda giriş yaptılar. Kimse görmemişti yemeği. Fakat kameranın arkasındaki Mehmet Hoca hariç. Yine yemeği yiyip döküp dağıtacaklarını düşündü. Uyarıdan yalnızca bir saat sonra bunu yapmaları onu çok kızdırdı ve o sinirle tasdiknamelerini hemen orada imzaladı. Yanına çağırdı ve net bir ses tonuyla: ''Atıldınız!'' dedi. Murat itiraz etmeye kalktı. Kalkmasıyla susması bir oldu. Mehmet Hoca onları dinlemek istemiyordu. ''Valizlerinizi alın ve defolun bu yurttan!'' diye bağırdı. Bu üç düşünceli arkadaş nereye gideceklerini bilmeden valizlerini almak için yukarı çıktılar. Yukarı çıktıklarında arkadaşları merakla ne olduğunu sordu. Murat gözyaşlarını tutamadı ve: ''Atıldık.'' dedi. Herkes şok olmuştu. Tek suçları hasta olan arkadaşlarına yemek getirmek olan bu üç gencin haline kimse göz yumamazdı. Bu üçlü tam valizlerini alıp çıkacakken arkasındaki yirmi kişi de valizlerini hazırlayıp gitmek için hazırlanmıştı bile. ''Siz yoksanız biz de yokuz.'' dediler. Topluca aşağı indiler. Kapıda onları Mehmet Hoca karşıladı. ''Hayırdır gençler siz nereye?'' diye sordu. Normalde sessizliğini hiç bozmayan Batuhan: ''Arkadaşlarımız yoksa biz de yokuz.'' dedi. Mehmet Hoca: ''Bu yaptığınız suç gidemezsiniz.'' dese de bu arkadaşlık bağları kuvvetli olan yürekli çocukların hocayı dinlemeye hiç niyeti yoktu. Kararlı bir şekilde yürümeye devam ettiler. Bu yirmi üç arkadaş yağmurlu Şile sokaklarında kalacak yer ararken jandarma önlerini kesti. Çavuş gruba: ''Hayırdır, kimsiniz? diye sordu. Murat bir adım öne çıktı ve yaşlı gözlerle: ''Ben Murat. Yurttan atıldım. Suçum ise hasta olan arkadaşıma yemek götürmek. Bu arkadaşlar ise beni kötü günümde yalnız bırakmadılar. Onlar da atılma uğruna benimle geldiler.'' dedi. Çavuş duygulandı ve: ''Binin otobüse gidiyoruz, bir de ben konuşayım hocanızla.'' dedi. Otobüse bindiler ve tekrar pansiyonun yolunu tuttular. Pansiyona geldiklerinde meraklı bir kalabalık onları bekliyordu. Murat ve çavuş Mehmet Hocanın odasına girdiler. Çavuş, Murat'ın atılma nedenini sordu. Mehmet Hoca ise yurda izinsiz yemek soktuğunu söyledi. Çavuş ise: ''Olayı bir de Murat'tan dinleyin.'' dedi. Murat anlatmaya başladı: ''Yediğimiz tutanaktan sonra gerçekten aklım başıma geldi. Ama arkadaşım hastaydı ve bir şeyler yemesi gerekiyordu. Bazı şeylerin arkadaşlıktan önemli olmadığını düşünüp o yemeği soktum, keyfim için değil.'' dedi. Mehmet Hoca olayı dinledikten sonra pişman oldu ve Murat'a: ''Ben olsam ben de öyle yapardım. Şimdi arkadaşlarını da al odanıza çıkın.'' dedi. Murat odadan çıktı ve arkadaşlarına: ''Hadi yukarı çıkıyoruz.'' dedi sevinçle. Orada bir alkış tufanı koptu. Öğrenciler rahat bir şekilde uyumak için odalarına çıkarken Mehmet Hoca da böyle güçlü arkadaşlık bağı kuran öğrencileriyle gurur duyarak evine doğru yürüdü.
Yorum Yap