YOL YORGUNU

YOL YORGUNU

                Hava serindi. Rüzgar dışarıda oyun oynuyordu. Yerdeki yapraklar da rüzgara eşlik ediyordu. Güneş tepede insanın tenini kızartacak gibiyken, gölgeler kuzeyden gelen rüzgarlar ile durulmaz bir halde idi. Yol kimi zaman ağaçlık, kimi zaman açık alanlardan geçiyordu. Yol taşlık ve sert  topraktan oluşuyordu. Ara ara yol, araba tekerlerinin arasında oluşan otlar şeklindeydi. Molalarım ağaçtan yapılmış pınar başlarında olurdu. Suyun aktığı yer ve pınarın içi yosunlar ile kaplı olurdu. Pınarın çevresi genellikle çamur olurdu. Yine bir pınar başında mola verirken karşıdan iki kişinin geldiğini fark ettik. Anne-kızdı bunlar ya da ben öyle tahmin ettim. Anne siyah ferace giymiş. Uzun süre kullanmaktan ve güneşin altında kalmasından dolayı ferace yer yer gri yer yer siyah gri karışımındaydı. Bazı yerleri ise yamalı idi. Ayakkabıları kara lastik ayakkabısıydı. Yüzünde o günün yorgunluğu ve yaşının tecrübesini taşıyan hafif kırışıklar ve bitkin bir hal ama hala suratında bir gülümseme var. Küçük kız yorulmuş olacak ki ayaklarını çapraz atıp sendeliyordu. Yolun taşlı olmasından dolayı da olabilirdi ama küçük kız bi hal olmuş geliyordu. Bu yüzden annesi arkada kaldığı için arada çekip öne gelirdi. Küçük kızın kararmış suratından hiç eksilmeyen gülücükleri dikkat çekiyordu. Üstünde rengi kaçmış turuncu yeşil kazağı vardı. Sırt çantamı indirdim. İçinden çikolata çıkarttım. Çikolata biraz erimiş, şekli değişmişti. Küçük kıza geçerken çikolatayı verdim ve adını sordum. Küçük kız “Ayşe” dedi. İkimiz birbirimize baktık ve güldük küçük kız ile. Acaba nereye gidiyorlardı. 3000 metre rakımda benim gibi dağcıdan başka kim olabilirdi bu dağlarda. Yol arkadaşların da geldikten sonra üç kişi zirveye doğru yol almaya devam ettik.  

Yorum Yap