-

Yine bir ilkbahar geldiğinde, kendimi Emirgan'da buluyorum. Sağıma baksam deniz, soluma baksam koskoca orman. Kafamı kaldırsam masmavi gözyüzü, altımda yemyeşil çimler. En sevdiğim çiçek kokuları etrafımı sarıyor. Biraz ilerde laleler açmış, sıralanmışlar yanyana. Renk renk, boy boy laleler; öylesine güzeller ki, değil dokunmaya, bakmaya bile bile kıyamıyorsun. Önüme bir sincap atlıyor, etrafına bakıp hızlıca koşuyor. Bir ağacın üstünde önceden hiç görmediğim bir kuş ise neşeyle cıvıldıyor. Bir yandan boğazın diğer ucundaki Anadolu yakasını izliyorum. Dört bir yanı sarmış erguvanlar. Aşağı iniyorum, sahili balıkçı amcalar doldurmuş. İnsanlar çay bahçelerine doluşmuş manzarayı seyretmek için, bense güneşin altında gözlerimi kapamayı tercih ediyorum. İstiyorum ki hafif bir rüzgar essin, saçlarımı sağa sola savursun, tenimi sapasarsın. Kulağımda da bir şarkı, Şebnem Ferah mesela, ne de güzel gider bu rüzgarla. Tam da o anda bir yağmur kokusu doluyor burnuma. Tertemiz havayı çekiyorum içime. Islanmaya başladığımda annesinin uslu kızı ben, kapatıyorum kapşonumu kafama. Yürüyorum, yol bitmeksizin devam ediyor sanki. Belki de bu yüzden sevmiyorum yağmurları. 

Bir gece yarısı da bizim sahildeyim. Akıntıburnu'nun meşhur akıntıları sürüklüyor denizi. Mehtap var bu gece; ay da memnun halinden, ben de. Karşıyı izliyorum. Nokta nokta ışıklar bir yanıp bir sönerken yıldızları andırıyor. Sayması ise bir o kadar zor. Bulut yok havada, yarın hava güzel olacak diye seviniyorum o anda. Tek tük yıldızlar görüyorum. Burası İstanbul, Şile'deki sonsuz yıldız ne arar burada? Ve bir gece yarısı daha soğuk burası. Yaz kış dinlemez ki bu sahil. Biraz ilerdeki restaurantlarda ise ünlüler boy geziyor, ama kimin umrunda? Önemsemediğim onlarca insan topluluğundan farksız geliyorlar bana. Ara sıra arkamdan vınn diye geçen arabaların sesleri gelirken soğuk bir öylesine içime işliyor. Ve annesinin uslu kızı ben, yine bırakıyorum herşeyi, hasta olmayayım diye evin yolunu tutuyorum.

Yorum Yap