Eksik

Başa gelmeden anlaşılır mı acaba bu duygu? Bir kızın babasına küçük yaşlarda hasret kalması. Hep bir yanının eksik olması. Bir bacağı, en önemli bacağı kırılmış bir sandalyenin vaziyetine benziyor. Ne kadar onarsanda, açığı kapatmaya çalışsanda olmuyor. Bir türlü düzelmiyor. Hep bir tarafı dengesiz sallanıyor. Bir tarafı hep eksik. Cuma günlerini sabırsızlıkla bekletiyor bu eksiklik. O soğuk mezar taşında yazan "El Fatiha" yazısını görüp ruhuna bir dua gönderince geçiyor gibi oluyor, eksiklik bir nebze doluyor gibi ama sadece üzerinde demir dikenleri olan o siyah kapıdan geçene kadar. Sonrası yine derin bir boşluk. Doldur doldurabilirsen. Geçen senelerin yarısı boş duygusuz geçiyor zaten. Katıldığım doğum günlerinin hemen hemen hepsinde duyarim " Bir sene daha yaşlandım." ya da "Ölüme bir adım daha yaklaştım. " gibisinden şeyler. Bunları söylerlerken yuzleri pek gülmez, mutlu olmazlar fazla. Belkide yolun sonunda bir şey beklemediklerindendir. Ama ben her doğum günümde sona yaklaştığıma üzüldüğüm kadar seviniyorumda. Yolun sonu kaybettiğim günden bugüne bekleyip bekleyeceğim insanı, bir parçası olduğum adamı görmeye çıkıyor sonuçta. Hep üzecek degil ya. Gittiği günden beri demlenmeye başladım kısık yanan ateşte. Beni biraz erken olgunlaştırdı sanırım bu olay. İçimden gecen şeyler ve yaşadıklarım ne olursa olsun yüzüme ufak bir tebessüm kondurmayı öğretti bana. Bu aslında baş edilmesi güç bir durum. "Derdi veren derdin çözümünü unutur mu hiç? " sorusuna sığınarak isyanlarımı bir köşede yok ediyorum. Zira öyle olmasaydı küçük bir kurşunla papaz olurduk.
Yorum Yap